Geçirmekte olduğumuz bunalımlı dönem ekonomi üzerine kafa yoranlar için varlık alımı karşılığında piyasaya likidite enjekte ederek ekonomileri ayağa kaldırmanın mümkün olup olmadığının sorgulandığı bir dönem oldu. Bahsettiğim şeyin özeti para basarak krizin etkilerini yumuşatmak. Söz konusu iktisat teorisi olunca ortodoks fikirlere gönül vermiş şahsım için sorunun cevabı benim için mümkün değil idi. Doğrusunu söylemek gerekirse benim sorguladığım insanoğlunun bile bile hata yapmaktan vazgeçecek bilişsel evrilişi niçin hala gerçekleştiremediğiydi.
Shinzo Abe Japonya Başbakanı oldu ve hepimizin bildiği popülist politikaları yürürlüğe koydu. Geçtiğimiz yıllarda ABD’de krizden çıkış için uygulanan ve alınan sonuçlar itibariyle işe yarayıp yaramadığı belli olmayan politikalardan sadece teknik detaylarla ayrılıyordu Japonya’nın ki, felsefe aynıydı. Amerikan Dolarına karşı %30’tan fazla değer kaybeden Japon Yeni’nin sağladığı müthiş cazibeye rağmen Japon malları uluslararası ticaret piyasalarında beklenen kadar rağbet görmedi, rağbet görmemek bir yana ülkenin dış ticaret açığı giderek arttı. Tabi bunu uygulanan para politikasının ticari aktivite üzerine olan etkisini gözlemleyebilmek için geçmesi gereken süre olan altı aydan sonra söylüyorum. Benim gibi bir karamsar bile bu kadarını beklemiyordu.
Finansal piyasalarda bahsedeyim kısaca. Tabi önce Yen’deki değer kaybından bahsettik, Japon parasını shortlayan kazandı. Nikkei225 müthiş rekorlara koştu, koştuğu gibi de ABD’den gelen QE bitiyor sinyali tek günde %7’den fazla düşüşe neden oldu. Düşüşler şok etkisi yaratsa da özünde bu normalleşmeydi. Bu normalleşmenin yarattığı felaket algısı ise merkez bankalarının ilüzyonu sadece.
Bu arada S&P500 hala dayanıyor.