Federel Reserve’ün faizleri artırıp artırmayacağı artık bir yılan hikayesine dönmüş durumda. Sonu olmayan tartışmalar içerisinde bunun Eylül ayında mı yoksa Aralık ayında mı gerçekleşeceğine yönelik fikirlerle yoğrulup duruyoruz. Hatta bu yıl faiz artışı beklemeyenler de var. Uzun süre Fed’in faizleri oranlarını zaten artırmaya başlamış olması gerektiğini savunan biri olarak artık bu tartışmaların yersiz olduğunu ve gelinen noktada finansal piyasaların ve para politikasının reel ekonomiye katkısı üzerinde durmanın daha çok fayda sağlayacağını düşünüyorum. Zira, Keyneysen düşüncenin yeniden doğuşu ile başlayan Fed müdahaleleri (hala bu adımları kapitalizmle bağdaştıranlar var ve bu çok üzücü) gelir grupları arasındaki farkı oldukça açtı (bunu da ABD ekonomisinin ikincil fakat önemli bir sorunu olarak görüyorum, zira bu kamu otoritesiyle yapıldı).
Bu konuda finansal piyasalara şöyle bir göz atmakta fayda var. Bunun için Barclays’in enflasyon korumalı tahvil (TIPS) fonu ile PIMCO’nun tahvil fonuna oranı enflasyon beklenletilerini resmeden bir gösterge olarak kullanılmakta. Yükselen eğilimlerin enflasyon beklentilerin artışa yönelik olduğunu belirtmekte fayda var (vice versa). Fed’in modern ekonomi tarihinin en genişlemeci adımlarını attığı dönemlerde enflasyon beklentilerinin giderek gerilediğini görmekteyiz ki bu bildiğimiz iktisat teorilerinin tamamen tersi bir durumu işaret ediyor. Üstelik bu düşüş petrol fiyatların düşmeye başlamasından çok öncelere (2011) dayanıyor. Önümüzdeki yıllarda bunun önemli bir fenomen olarak oluşturulacak yeni kuramlara öncülük etmesi mümkün. Buna rağmen Fed’in faizleri şu anki durumda %2’ye yaklaştırmış olması gerektiğini düşünüyorum. Enflasyonu konusunda para politikasının etkinliği uzunca tartışılabilir.
Fed’in yarattığı esas balon da merkez bankalarına duyulan güven olmuş olabilir.